Bazen sosyal medya beni çok yoruyor. Aslinda kendisi degil de oradaki yapmacik karakterler tüketiyor beni.
Bazı insanlar, Internet'in sosyal aglarinda kendilerince bir insan yaratiyorlar ve onu yaşıyorlar üzerinde. O kadar ki kendileri de o sosyal ag kahramani olduklarina inaniyorlar.
Bu sosyal ag karakterlerinin bazi ortak ozellikleri var. Oncelikle yaptiklari her seyi cok iyi yaparlar. Otomobil mi kullanilacak? Dunya binek arac pist sampiyonlugu aslinda onlarindir da alcakgonullulukten ortaya cikmazlar. Kadinlarin hepsi moda gurusu, erkeklerin de tamami ekonomi, teknoloji ve pazarlama ustadidir. Ortalama bir sosyal ag insaninin IQ'su 150, olculeri 36C veya 10 inc olup, kulturleri de Amerikan Kongre Kutuphanesi civarlarindadir. Sadece sushi ve az pismis New York Steak yiyerek beslenirler. Evlerinde icecek olarak sadece Chivas Regal bulunur. Sadece onu icerler. Kuba'da onlar icin ozel sarilan purolardan baska birsey tutturemezler. Cok ust seviye muzik sistemlerinde plak dinlerler. Fahri Cesme, Barcelona ve Amsterdam vatandasi olan bu kisiler aslinda Dunya'da ayak basilan her yere gitmislerdir ve gittikleri her yeri de cok iyi bilirler. Ancak sevmezler. Hicbiryer kendi yasadiklari yer kadar elit degildir. Yaptiklari sporlari profesyonel seviyede yapan bu sosyal ag insanlari ayni zamanda tanimaya deger herkesi de cok iyi tanirlar.
Yahu kardesim sanki senle ayni memlekette yasamadik. Sen buyurken dry aged Angus yiyerek buyumedin. Biftek vardi tek cesit, kofte, pirzola. Hepsi o! O sosyal ag insani olarak babanmis gibi hatirladigin adam J.R. Ewing, eviniz sandigin yer de South Fork Ranch! Haribo bile kacak gelirdi pezevenk, kimi kandiriyorsun!
9.9.11
25.4.10
Şarkılardan fal tuttum...
Hepimiz 21. yüzyıl yaşayanları olduğumuzun bilincinde çoğunlukla medeni davranan insanlarız. Artık kadın erkek ilişkileri de oldukça özgür. Flörttür, sevişmekdir hepsi artık özgürce yaşanabilen ve normal kabul edilen olaylar. En azından benim yaşadığım çevrede. Ama yine de biri çıkıp bir sevgilisine "Şimdiye kadar bir yığın insanla birlikte oldum ama seni bir farklı seviyorum" dese bunu romantik olarak algılamak oyle her babayiğidin harcı olmaz diye düşünüyorum. Ne kadar medeni olursa olsun insanın içinde bir "OHA!" kıvılcımı yaratır. Ama gel gör ki sevenler birbirlerinin gözlerine baygın baygın bakıp:
"Kimler geldi hayatımdan kimler geçti
En güzeli senin kadar senin kadar sevilmedi..."
parçasına eşlik edebiliyorlar. Yahu bir durun be! Nasıl romantizmdir bu, nasıl şarkıdır.
En güzeli senin kadar senin kadar sevilmedi..."
parçasına eşlik edebiliyorlar. Yahu bir durun be! Nasıl romantizmdir bu, nasıl şarkıdır.
Örneğin bir de:
"Her çiçekten bal alırsın
Her gördüğünle kalırsın
Sen kendini ne sanırsın
Belki bir gün uslanırsın gönül" var. Yahu adam, kadın her neysen, ben zamparayım diye şarkı yapılır mı? Kime ne ispat etmeye çalışıyorsun, ne mesaj vermeye çalışıyorsun. Ben zamparayım ama belki bir gün geçer dur bakalım diye bir şarkı olur mu? Olur. Var.
Her gördüğünle kalırsın
Sen kendini ne sanırsın
Belki bir gün uslanırsın gönül" var. Yahu adam, kadın her neysen, ben zamparayım diye şarkı yapılır mı? Kime ne ispat etmeye çalışıyorsun, ne mesaj vermeye çalışıyorsun. Ben zamparayım ama belki bir gün geçer dur bakalım diye bir şarkı olur mu? Olur. Var.
Bir örnek daha: "Ben bal arısı gibiydim senden önce, bak pervanelere döndüm seni görünce." Eee sonra? "Yine bal arısı olup beni boynuzlamayacağın ne malum alçak şarkı sözü yazarı!" demez mi şarkı söylenen kişi? (Bu arada arıların da Türk şarkı sözü kültüründe biraz hafif meşrep algılandığını da farkediyoruz.)
"Hareketli geçmişim vardı, biraz Sex in the City takıldım ama artık geçti, geçer" şarkı sözleri dışında başka dumur edici sözler de var. Mesela:
"İster vur, ister okşa
İster tut, ister yolla
İster sev, ister zorla
Ben böyleyim..."
İster tut, ister yolla
İster sev, ister zorla
Ben böyleyim..."
Tamam kimse ilişkisi için değişmemelidir. Değişmesi de beklenmemelidir. Ama romantik birşey söylüyormuş gibi de adamın suratına bakıp "Kardeşim ne yaparsan yap. Mal bu. Yerse!" denmez ki. Denecekse de bu romantik tavırla söylenmez. Romantizm bu değil.
Ve Türk halkına, özellikle erkeklerine, şarkıyla vurulmuş en büyük darbe! "Sevmek bir ömür sürer, sevismek bir dakika!" Eurovision'a katılmış, bütün Dünya'ya canlı canlı söylemiş Semiha Yankı bunu. Rezalet ki ne razalet.
31.1.10
Yaşlanıyorum...
Geçenlerde bir sabah sevdiğim birkaç kişi bir yerde oturuyoruz. Sam Brown'un söylediği Stop çalmaya başladı. Oradakilerden beni fazla iyi tanıyan ve bunu sık sık kullanan biri, benim şarkının popüler olduğu zamanlarda kadının klipte "Stop!" diyerek elini ileri uzattığında vücudunun salınımını çekici bulduğumdan girdi lafa. Haklıydı da buluyordum. Şimdi bakınca tam olarak neyi çekici bulduğumu anlamadım ama normaldir. O zamanlar hormon bezlerinin salgılama olayına yeni başlamanın hevesiyle fokur fokur hormon salgıladığı zamanlar. Sonradan kadının şimdilerde nasıl olduğunu merak ettim. Internet ve Google sağolsun. O genç kadın gitmiş yerine soldaki kadın gelmiş. Hatta bu bile değil, çünkü bu resim 2006'dan. Şimdi bundan 4 sene daha yaşlı. Ilk darbeyi aldım. Ben bu kadını mı çekici bulmuştum? Bir de Kim Wilde vardı "You Keep Me Hanging On" şarkısıyla. Zamanının seksi kadınlarındandı. Bir baktım ki Ajda Pekkan olmuş.
Haşarı ve seksi prenses Stephanie vardı. Zamanında beğenmiştim kendisini. Hatta sadece güzel olduğu için saçma sapan albümünü bile satın almıştım. Onun da resmine baktım. Ellerim kırılsaydı da bakmaz olaydım. O çekici bulduğum kadın yaşlanmış babaanne olmuş. Sadece yaşlanmakla da kalmamış buruşup bambaşka bir kadın olmuş.
Sadece kadınlar değil. Bizim zamanımız kadınları peşinden sürükleyen abileri vardı. Biz de yeni yetme erkekler olarak onlara benzemek isterdik. Don Johnson vardı. Yaşlı tonton bir ihtiyar olmuş. Yüzüne nur gelmiş. Nerede o Armani takım giyen, Ferrari gazlayan maço adam nerede bu dede? Bu adamın yatta yaşadığına inanır mısınız? Olmaz ya romatizmaları azar. Bir de Mickey Rourke vardı. Rumble Fish'in Motorcycle Boy'u, Wild Orchid'de Carrie Otis'le cult olan sevişmeye imza atan adam. Onu son filminde gördüm durumu zaten içler acısı.
Bu noktada artık egom korku ile titremeye başladı. Bu insanların bu hale gelmesi, benim de yaşlandığım anlamına geliyordu. Bunlardan başkaları olmalıydı. Yaşlanmayan, hala genç ve güzel olan birileri. Mesela Şahin Tepesi dizisinin Morgan Fairchild'i vardı o zamanların çekici kadınlarından. Mavi Ay vardı Cybill Shepherd'li. Dempsey and Makepeace dizisinin sarışını vardı. Onlar ne durumdaydı ki? Onlara da baktım. Morgan Fairchild bizim dizilerdeki kokoş anneannelerden olmuştu. Glynis Barber kendi resmi fotoğraflarındaki once düzeltmeye rağmen bambaşa bir kadın olmuş. Hatta bu fotoğraflar da eskimiş çünkü 2007'den beri web sitesi yenilenmemiş bile. Cybill Shepherd tamamen dağılmış. Artık neredeyse kendim için ağlamak üzereydim. Ne olmuştu bize ya? Ne zaman bu hale gelmiştik ki?
Bu noktada artık egom korku ile titremeye başladı. Bu insanların bu hale gelmesi, benim de yaşlandığım anlamına geliyordu. Bunlardan başkaları olmalıydı. Yaşlanmayan, hala genç ve güzel olan birileri. Mesela Şahin Tepesi dizisinin Morgan Fairchild'i vardı o zamanların çekici kadınlarından. Mavi Ay vardı Cybill Shepherd'li. Dempsey and Makepeace dizisinin sarışını vardı. Onlar ne durumdaydı ki? Onlara da baktım. Morgan Fairchild bizim dizilerdeki kokoş anneannelerden olmuştu. Glynis Barber kendi resmi fotoğraflarındaki once düzeltmeye rağmen bambaşa bir kadın olmuş. Hatta bu fotoğraflar da eskimiş çünkü 2007'den beri web sitesi yenilenmemiş bile. Cybill Shepherd tamamen dağılmış. Artık neredeyse kendim için ağlamak üzereydim. Ne olmuştu bize ya? Ne zaman bu hale gelmiştik ki?
Panik halinde başka sebepler düşünmeye çalıştım. Belki diziler bize geç gelmişti. Belki bu kadınlar memleketimde çekici bulunduğu, seksi yıldız diye adlandırıldığı sıralarda belki zaten çoktan iş işten geçmişti di mi ama? Ülkemden örnekler bulmam gerekirdi. Onlar hiç olmazsa gerçek zamanlı olurdu. O zaman akkoyun kara koyun belli olurdu. Kimler vardı ki o zamanlardan? Yasemin Evcim vardı. Gece televizon kapanmadan evvel döner bir platform üzerinde aerobik yapardı. Evlenip yurtdışına yerleşip çoluk çocuğa karışmış. Onun güncel resimlerini göremedim. Ama Bambi vardı. Burçin Orhon... O da dergilere seksi pozlar verirdi. O ne durumdaydı acaba?
BAMBİ!!! Ne yaptın sen? Şimdi Burçin hanımteyzeye bakıyorum da zamanında onun resimlerine Erkekçe'de baktığım için utanıyorum. Hatta kendimi sapık gibi hissediyorum. Kusura bakmayın Burçin Hanım ya.
Daha fazla yazamayacağım sanırım. Yalnız bırakın lütfen beni.
12.1.10
Hayatım masal aslında...
Küçükken dinlediğim masalları düşündüm de geçenlerde, yaşadığım travmalar yüzünden seri katil olmadığıma hayret ettim. Çocuk hayal dünyamın sakinlerine bakarsak:
- Küçük bir kız var. Adı yok. Annesi bile ona lakabıyla sesleniyor. Büyükanne hasta ama annenin umurunda değl. Küçük kız bakacak ona. Baba ya ölmüş ya devamlı işte. Küçüçük kızı tek başına ormana gönderiyorlar. Kurt saldırıyor, hem kızı hem büyükanneyi yiyor. Avcı geliyor, kurtun karnını yarıyor. Kurt bir kuyuda feci şekilde ölüyor.
- Küçük bir kız var. Onun da adı yok. Homeless. Sokakta donarak ölüyor.
- İki küçük çocuk var. Aile geçim derdinde ve çocuklarına bakamayacaklarına karar verip ormana bırakıyorlar. Anne ağlıyor ama baba ne derse o olur. Çocuklar bir şekilde geri geliyor. Baba bu sefer geri dönmelerini engelleyecek şekilde tekrar ormana bırakıyor. Cadı onları yakalıyor yemek istiyor. Cadıyı fırında yakıyorlar. Cadının ganimetlerine konunca babalarını onları geri alıyor.
- Prenses var. Annesi daha o küçükken ölmüş. Baba yeni bir kadınla evlenmiş. Kadın çok güzel. Ama kötü kalpli. Kız ondan daha güzel diye kalbini istiyor. Ama avcı acıyor. Bir ceylanı öldürüp kalbini çıkartıyor. Prenses bir eve sığınıyor çünkü sığınmazsa oralarda tek başına bir kadın olarak yaşaması mümkün değil. Sığındığı evi temizliyor, toparlıyor, evin sakinleri olan yedi cüceye karşı kadınlık görevlerini boğaz tokluğu ve yatacak yer karşılığında yerine getiriyor. Sonra beyaz atlı prens geliyor onu bu hayattan çekip çıkarıyor, sarayının kadını, çocuklarının anası yapıyor.
- Bir kız daha var. Onun da annesi o küçükken ölmüş. Üvey anne yine kötü. Üvey kardeşler de kötü. Devamlı zulüm gördüğü evden ayrılamıyor çünkü onun da oralarda tek başına bir kadın olarak yaşaması mümkün değil. Evin sakinleri olan üvey ailesine karşı kadınlık görevlerini boğaz tokluğu ve yatacak yer karşılığında yerine getiriyor. Onu da bir prens gelip o hayattan çekip çıkartıyor. Ama prensi tavlamak için iyi bir araba, fiyakalı kıyafetler ve marka ayakkabılara ihtiyacı var.
- Bir ailenin çocuğu olmuyor. Dua ediyorlar bir kızları oluyor. Parmak kadar. Evden kaçırılıyor neredeyse tüm hayvanlar alemi üzerinden geçiyor.
- Bir aile daha var çocuğu olmuyor. Sonra oluyor ama ailesini dinlemediği ve meraklı olduğu için uzun bir uykuya dalıyor. Onu da bir prens gelip uyandırıyor. Bu arada prenslerin uyuyan prenseslerden faydalanmaları bir masal standardı.
- Bir de adam var çocuğu olmuyor. Sonra bir kukla yapıyor. Kukla canlanıyor. Ama ortam canlı bir kuklaya uygun olmadığından, sirke satılıyor, yanıyor, kesiliyor, burnu uzuyor, babasıyla birlikte balina tarafından yutuluyor. Neyse sonradan canlanıp, ucube hayatından yırtıyor.
- Bir kurşun asker var aşkı için can veriyor ama ne can vermek. Feci şekilde yanarak. Sonra kalp şeklinde cesedi bulunuyor. Bu masalı tam hatırlamıyorum, bilinç altıma itmişim.
Ortak noktalara bakarsak öncelikle kadınlar ev işi yapar ve koca beklerler. Kadınlar için kurtuluş zengin kocalardadır. Erkekler ortada yoktur ama sevdikleri için can verebilirler. Herkesin çocuğu olmalıdır ama fakir ailelerin çocukları ölür çünkü aileleri onları bırakır. Üvey aileler, özellikle üvey anneler iğrenç insanlardır.
Benim de bu durumda hayatta iyi olmak için çalışıp, beyaz atlı prens olup, prensesleri öperek kurtarmam gerekiyordu. Yoksa kurşun asker olmam işten bile değildi.
Bu arada birşey daha dikkatimi çekti. Ana haber bültenlerine, dedikodu programlarına benziyor di mi? Kaçırılan küçük kızlar, aile zulmü gören çocuklar, intihar eden aşıklar, zengin koca peşindeki güzel kızlar... Demek ki uzağa bakmamak lazım. Böyle yetiştirilmişiz. Hayatımız masal.
29.12.09
Saydiracağım biraz
Bazı insanlara illet oluyorum. Yani aslında illet olduğum çok insan var ama burada özellikle birkaç grubundan bahsedeceğim. Öncelikle tali yol yırtık doncuları.
Benim mi çok başıma geliyor yoksa yapan mı çok bilmiyorum ama bazı sürücüler var ki tali yoldan önününüze zart diye dönüveriyorlar. Dönüşü görseniz sanki San Fransisco sokaklarındaki kovalamaca sahnesi. (Gençler için Streets of San Francisco) Sanki hastaneye yetişiyor. Hani eskilerin deyişiyle tabakhaneye bok yetiştiriyor. Tamam atladın yola, güzel, bas git, anlarım. Hızlı sürücü derim, acelesi var derim, zibidi derim geçerim. Yok! O köşeyi önüme zart diye dönen sürücü yola çıkınca yavaşlıyor ya işte o an çıldırıyorum. Ulan Allah'ın beyin defolu üretimi, geri zekalı dingil, ne diye yavaşlarsın? Sürücülüğün sadece süratli dönüşlerden mi ibaret? Düz yol korkun mu var? Çıktın yola git işte. Daha fazla saydıramıyorum çünkü arkasındaki mantığı bile anlayamıyorum.
Yazacaklarımın dinle, taassupla, baş örtmeyle alakası yok yanlış anlaşılmasın. Derdim tavırla. Bazı başörtülü kadınlar var, kaldırımda yan yana geçerken yüzünüze düşmancayla karışık çekingen bir bakış atıp yüzlerini çeviriyorlar ve sizden tiksinircesine, kaçarcasına geçiyorlar yanınızdan. Geçişe baksanız o 20 sene önce Oya Aydoğan, ben de Nuri Abi. Sanki tam yanımdan geçerken tecavüzü edivereceğim. Tak! Orada, o anda, ayakta, giyinikken. Ama bu kadınlar bir de üstüne üstlük çoook çirkinler çooook. Nükleer savaş sonrası, insan neslinin devamı onlarla çiftleşmeye dayalı olsa, "Yemişim insan neslini yaa. Zaten kendileri ettiler, kendileri buldular..." denilecek kadar çirkin. Ağda yaptırmalarına PETA'nın eylem yapacağı kadar çirkin. Ama içeride nasıl bir kendine güven, nasıl bir ego ve nasıl bir libido varsa, kaldırımda yan yana geçerken bile cinsel bir istismar görebiliyorlar. Bana kutup ayısı muamelesi yapan ve kendilerini süper seksi bahtsız bedevi sanan gözlerine illet oluyorum o kadınların.
Bugünlerde bir de reklamlara takıldım. O Lenovo reklamlarındaki Çinli kadın niye tahterevallinin yanında oturmuş, salak salak sırıtıyor? Niye bütün şehri bilgisayarına sarılmış dolaşıyor ve neden bu kadar mutlu? Reklamın mesajı Lenovo al, mutlu ol, yüzün gülsün mü? Öyle saçmalıklar yapmak, o kadar salak gözükmek istemiyorum. Sen koskoca IBM'in laptop bölümünü satın al, sonra da TV'de ele güne rezil et. Beni kaybetti. Ya o Ülker'in vapur reklamlarındaki anneye ne demeli. Tamam şekilci olmak yanlış. Bütün anneler güzel de olmaz. Olsaydı "Senin anan güzel mi?" diye bir söz olmazdı. Ülker halka giderken, bizden birini oynatırmış gibi yapmış reklamda. Ama kardeşim reklam bu, adı üstünde. Biraz pohohlama biraz kurgu lazım. Yoksa bisküvi yiyenler reality showu veya haberi olur bu. Reklamlarda güzel insanlar görmek izlemek istiyorum. Zaten bir Ata Demirer fenomeni var. O saçma şarkılı, türkülü Biri reklamı. Yahu o nedir ya! Hele Ata bir de pOpOsunu dönmüyor mu kameraya. Üstüne LCD ekranda bir de 16:9 oranı yüzünden ekstra enli olmuyor mu pOpO? Aman allahım kabus olmalı. Ne oluyor bu reklamlara?
PS: Bu arada Biri reklamlarına baktım Internet'te, Ata Demirer'in poposu birden fazla reklamda oynamış. Gerçekten... Mideniz kaldırırsa bir bakın.
8.12.09
God Save the Queen (S)
Ingiltere için Dünya'nın en demokratik ülkesi olduğu söylenir. Muhtemelen söyleyenler haklı da. Ama bence onların yönetim anlayışındaki en önemli noktalar çok ilk bakışta belirgin olmasalar da gerçekçilik ve pratiklik. Ingilizler, tarihlerinin bir döneminde Kraliçe'ye demiş ki: "Ablacım, bir Kral da olsa, o memleketi yönetecek, sen de Kral'ı yöneteceksin; gel biz bu Kral'ı aradan çıkaralım, sen yine memleketi yönet, biz de Kral'ın maaşıydı, sigortasıydı uğraşmayalım..." Tam olarak bu kelimeler olmayabilir ama benzer birşeyler işte. Kraliçe de bu öneriyi mantıklı bulmuş olmalı ki bakın şu anda Liz işinin başında.
Tarih boyunca aslında bu tip "yönetiçe"lerin çok örnekleri var. Hürrem, Katarina, Monica & Hillary, Yoko, Rahşan gibi örnekler benim aklıma gelenler ama bu örnekler çoğaldıkça çoğalabilir. Güzel kalçalı kadına bakan Obama'nın ilk hanımdan yediği "Bu kadar çalıştın ama bu gezi bu olay ile hatırlanacak. Kim olduğunu sanıyorsun?" fırçası bütün Dünya medyasında yer bulmuştu. Adam Dünya'nın bir numaralı ekonomisini, ordusunu, devletini yönetiyor ama bir Brezilyali ve bir Afro-Amerikalı hatun onu tasmasından çekip ayar yapabiliyor. Bu yazıyı okuyanların da çoğunun ya bir yönetiçesi var, ya da kendisi yönetiçe.
Eh koca Birleşik Krallılar'ı ve hatta Dünya'yı kadınlar yönetirken beni de bir kadın yönetmiş çok mu? Obama bile fırça yerken ben yemişim çok mu? Kılıbık değilim ama Dünya düzenini de ben mi değiştireceğim? Boşversene. G-8 borçları siler, Kyoto uygulanır, terör biter, herşey olur da erkek örümceklerin kaderi değişmez.
Haydi bütün bunları bir kenara bırakın, bir üst düzeyden bakalım duruma: Söz dinleme özellikleri daha gelişmiş olmasa Tanrı bütün peygamberleri erkeklerden seçer miydi?
16.11.09
Zombiler Yiyesice mimledi beni
Eskiler bilirler, bu mimleme olayının da bir adabı vardı. Örneğin Mr. Spock, James T. Kirk'ü hiç mimlemedi, hep Scotty'yi mimlerdi. Yaşa saygı vardı eskiden. Mimlerken de giderdi bilgisayar odasına, ışıklı düğmeleri Scotty mimleme durumuna getirir, çıkardı. Scotty görene kadar beklerdi. Her koridorda karşılaştığında, her "Beam me up, Scotty!" dediğinde, "geberik bu arada mimledim seni yaz haydi yaz!" diye kafa ütülemezdi. Eskiden mimlemede hoşgörü vardı, sevgi vardı...
O kadar uzağa gitmeyelim. Daha düne kadar AFS mektup arkadaşları vardı. Japonya'dan, Peru'dan, daha nerelerden, nerelerden. Onları mimlerdik. Yazardık mektubu, yollar bekler, beklerdik. Arada telgraf çekmezik: "hey hop mimledim seni Mariko" gibilerinden. Sabırla bekler, heyacanla yaşardık mimlerimizi. Fahriye Abla'nın sepetine mimlediğimiz not attığımızda, yanına bir çiçek koyar, günlerce beklerdik cevap versin diye...
Sonra zamane çocukları çıktı, "mimledim, mimledim, mimledim" diye şımarık şımarık dolaşmaya başladılar blog diyarlarında. Acele ettirdiler. Sabırsızlandırdılar. Güzelim mimi akşam radyo başında yaşanan bir zevkten, McMim menu haline getirdiler... Bu genetik olarak zenginleştirilmiş zibidiler, bu ekolojik uzay bacaksızları herşeyde olduğu gibi mimde de huysuzluk yarattılar.
Eskiden mimler vardı, her evde olmazdi. Komşular bir araya gelir yazardı. Eskiden mimler vardı, yazdın mı kokusu aşağı sokaktan duyulurdu... Nerede o eski mimler, nerede o eski mimciler...
Neyse Zombiler Yiyesice'nin mimine de cevap vereyim. Yazıyorum çünkü hoşuma gidiyor.
Va bu arada sen simdi bu satırı okuyorsan mimlendin. (Zombiler Yiyesice ikinci kez mimlendin şekerim.)
O kadar uzağa gitmeyelim. Daha düne kadar AFS mektup arkadaşları vardı. Japonya'dan, Peru'dan, daha nerelerden, nerelerden. Onları mimlerdik. Yazardık mektubu, yollar bekler, beklerdik. Arada telgraf çekmezik: "hey hop mimledim seni Mariko" gibilerinden. Sabırla bekler, heyacanla yaşardık mimlerimizi. Fahriye Abla'nın sepetine mimlediğimiz not attığımızda, yanına bir çiçek koyar, günlerce beklerdik cevap versin diye...
Sonra zamane çocukları çıktı, "mimledim, mimledim, mimledim" diye şımarık şımarık dolaşmaya başladılar blog diyarlarında. Acele ettirdiler. Sabırsızlandırdılar. Güzelim mimi akşam radyo başında yaşanan bir zevkten, McMim menu haline getirdiler... Bu genetik olarak zenginleştirilmiş zibidiler, bu ekolojik uzay bacaksızları herşeyde olduğu gibi mimde de huysuzluk yarattılar.
Eskiden mimler vardı, her evde olmazdi. Komşular bir araya gelir yazardı. Eskiden mimler vardı, yazdın mı kokusu aşağı sokaktan duyulurdu... Nerede o eski mimler, nerede o eski mimciler...
Neyse Zombiler Yiyesice'nin mimine de cevap vereyim. Yazıyorum çünkü hoşuma gidiyor.
Va bu arada sen simdi bu satırı okuyorsan mimlendin. (Zombiler Yiyesice ikinci kez mimlendin şekerim.)
Subscribe to:
Posts (Atom)